site okul selçuk izmir

DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İzmir °C
site okul selçuk izmir

Türk Milliyetçiliğinin Ekonomi Politiği -1

25.07.2020
A+
A-

Galiyev “Beni hayatın ta kendisi doğurmuş; kölelik, ağır zulüm ve asırlık yoksulluk doğurmuş. Ben ezilen bir halkın ezilenlerinin oğluyum” der.

Bu sadece Galiyev’in değil bir asırdır bütün Türk Milliyetçilerinin kaderi olmuştur. Elbette bu; Batı’da yükselişle beraber siyasallaşan milliyetçiliğin, biz de çöküş döneminde ortaya çıkmasının bir sonucudur.

Ezilen bir milletin, ezilenlerinin evlatları Balkanlarda, Anadolu’da, Kırım’da, Kazan’da, Orta Asya’da aynı soruya cevap aramışlardır: Ağır zulüm, sömürü ve yoksulluk nasıl sona erecek?

Bu sorunun cevabı Türkiye’de kurucu kadrolar tarafından kamucu bir politikada karşılık bulmuş, Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi ilan edilmiştir.

Atatürk bir milliyetçidir ve ekonomik milliyetçilik çizgisini takip etmiştir. Zaman, mekan ve koşullar bunu gerekli kılmıştır. Aynı Atatürk, farklı zaman ve koşullarda serbest piyasa ekonomisini de milliyetçilik adına hayata geçirebilirdi.

Nasıl ki sanayileşme ya da kapitalizmin İngiltere’de daha eski ve yerleşmiş olması, A. Smith ve D. Ricardo’yu “serbest ticaret” yanlısı yaptıysa, Alman sanayisinin yeni doğuyor olması da F. List’i “iktisadi milliyetçi-korumacı” yapmıştır. ¹

O halde ilk olarak ortaya çıkan sonuç: Milliyetçi ekonomi çizgisi, her zaman ekonomik milliyetçilik üzerine kurulmayabilir.

Bugün Çin’in küreselleşme ve serbest piyasa ekonomisini savunması, üstelik ABD’yi bunu engellemekle eleştirmesi de yukarıda vardığımız sonucun bir sağlaması kabul edilebilir.

Yani Milliyetçi Ekonomi iktisadi anlamda her zaman korumacı olarak karşımıza çıkmaz. Zaman, mekan ve koşulları göz önünde bulundurarak politika üretir.

ABD Kongresi’nin 6 Temmuz 2006 tarihli “Avrupa’da Yükselen İktisadi Milliyetçilik” adlı raporundaki tespitlere göz atarsak

– Son yıllarda birçok AB ülkesinin kendi iç pazar ilkesini ihlal ederek başta bankacılık, çelik ve enerji sektörlerinde birbirlerinin satın alma ve birleşme operasyonlarını engellediklerinin,

– Örneğin Fransız altyapı şirketi SuezSA ile Gaz de France enerji şirketinin İtalyan ENI tarafından satın alınmasının Fransa tarafından engellendiğinin,

– Fransız yoğurt şirketi Danone dâhil 11 şirketin Fransız Hükümeti tarafından stratejik ilan edilerek, ABD Pepsi şirketine satışında veto yetkisi veren bir kararname yayınlandığının,

– İtalyan Hükümeti’nin ise Fransız bankalarının İtalyan bankalarını satın almasının önüne geçecek uygulamalara giriştiği hususlarının altının çizildiğini görürüz.

Oysa bu raporu hazırlayan ABD’nin kendisi bugün Trump’la beraber ekonomik milliyetçilik çizgisine gelmiş ve dün eleştirdiği ne varsa bugün iktisat politikası haline getirmiştir.

Bu da yukarıda vardığımız sonucun diğer bir sağlamasıdır.

O halde Türkiye için bir yol haritası çizerken, bunu kendi gerçeklerimize göre oluşturmalı ve bizden beslenmesini sağlamalıyız. Aksi taktirde doğru tedaviyi uygulamamız imkansız hale gelecektir. Farklı özelliklere sahip bünyelere aynı ilaçları vermek ne kadar işe yararsa; kendi şart, mekan ve koşullarımızdan kopuk değerlendirmeler de o kadar işe yarayacaktır.

Peki, Türkiye için milliyetçi ekonomi, ekonomik milliyetçilikle neden kesişiyor ve liberal iktisatla neden kavga etmeli? (Devam edecek)
Yazımızın ilk bölümünde milliyetçiliğin iktisadi izdüşümünün her zaman ekonomik milliyetçilik olmayabileceğini anlatmaya çalışmıştık.

Bu bölümde ise Türkiye’nin neden ekonomik milliyetçilik yapması gerektiğini anlatmaya çalışacağız. Bütün dünyada duvarlar yükselirken, birlikler sarılıp, ulusların aslında yalnız oldukları fikri öne çıkarken, hala “Bu çağda gümrük duvarı mı olur” diye başlayan cümleler kuran neoliberal akademisyenleri ikna etmek gibi bir gayemiz elbette yok; ancak zaman, mekan ve koşulların bizi haklı çıkaracağına eminiz.

Öncelikle hikayeyi hatırlayalım:
Dünya küreselleşiyor, sınırlar anlamsızlaşıyordu. Moskova’da, İstanbul’da veya Paris’te karnı acıkan bir genç Mc. Donald’ta aynı hamburgeri yiyip doyurdu. Bu küreselleşen dünyada, milletlerin kendilerine has özellikleri artık değersiz ve dolayısıyla gereksizdi. Ülkelerin kanunları değil; şirketlerin kanunları olmalıydı. Kalkan sınırlardan sonra süreç DTÖ gibi yapılarla yönetilmeli, emek bir yere hizmet etmeli ve sermaye tek bir elde toplanmalıydı.

Böyle olmadığını bugün anladık. Bunu anlayana kadar ise şeker fabrikalarımızdan tutun, tütün fabrikalarımıza kadar; fındığımızdan tutun, alkollü içkilerimize kadar hepsini uluslar üstü sermayeye kaptırdık.

Millileşmeden küreselleşme, doğal bir sonuç olarak, köleleşmeyi beraberinde getirdi. Karşımızda birkaç asırlık şirketleri yani birkaç asırlık sermaye birikimi olan gelişmiş sanayiler varken bu rüzgarın karşısında durma ihtimalimiz dün yoktu ve bu gün hala yok.

Serbest piyasa, etkiniz altına alacağınız sizden zayıf ekonomiler varsa uygulanmasını isteyeceğiniz bir şeydir aynı bugün Çin’in savunduğu gibi. Ancak siz gerek sanayi gücünüz, gerek sermaye yapınız yeterli hale gelmeden serbest piyasaya bağlılığınızı bildirirseniz şüphesiz bu köleleşmeyi beraberinde getirecektir.

Örneğin bugün bir Türk Milliyetçisi, tarihin getirdiği hassasiyetle Çin ile rekabet halindedir; ancak aynı Türk Milliyetçisinin liberal ekonomiyi savunması demek ülkesinde ki bütün değerli varlıkların; köprülerinden, limanlarına kadar Çin’in eline geçmesine göz yumması anlamı taşımaktadır.

Doğal olarak bugün, bizim için milliyetçi ekonomi demek; korumacı ekonomi demektir.

Devletin içinde olmadığı bir sistem, gerek sosyolojik, gerek iktisadi yapısı dolayısıyla Türkiye’nin her daim borçlanarak ithal eden bir ülke olması demektir ve bunun milliyetçi bakışla bir alakası olamaz. En azından olmaması gerekir.

O halde öncelikli olarak bugün Türkiye için milliyetçi ekonomi demek, korumacı yani ekonomik milliyetçi olmak demektir.

Türkiye’yi bu haliyle, bu zor dünyanın karşısına savunmasız çıkarmak, ülkemizi uluslar üstü sermayeye yem etmek demektir.
Bugün bazı solcu dostlarımız, siyasal milliyetçiliğin duruşu hakkında aksini düşünse de milliyetçi hareketin sloganlarından biri de “Dökülen kan, alınan can bizim: Kahrolsun Liberal Kapitalizm” idi.

Milli fikrin, ticari faaliyetler üzerinden kültür yozlaşmasına ya da geniş anlamda emperyalizme ilk başkaldırısı ise Bilge Kağan’ın taşa kazınan sözlerinde saklıdır.

Yine Milliyetçiliğin, hürriyetçi/özgürlükçü olduğunu tartışmaya gerek dahi yoktur; ancak bu özgürlük serbest piyasa şeklinde tezahür ettirildiğinde kendimizi haklarını savunmak, geleceğini kurtarmakla sorumlu hissettiğimiz milletin sermaye karşısında ezildiği de bugün çok açık şekilde ortadadır.

Bugün için serbest ticaret ve liberal ekonomi demek dünya piyasalarının İngiliz sermayesi tarafından beslenen Çin’in eline geçmesi anlamını taşımaktadır. O halde Çin’in politikalarına karşı olan milliyetçiler, Çin’in dünyada rahatça at koşturmasını sağlayacak liberal bir iktisadı savunabilirler mi?

Burada bize öğretilen kavramlara takılmadan, hür bir şekilde düşünmeliyiz. Komünizm, Kapitalizm vb. kavramları bir yana bırakıp milletin çıkarlarına odaklanmalıyız. Milletin çıkarı nerededir? Türkiye’nin kalkınması için ne yapılmalıdır? Huzurlu ve müreffeh bir ülke için izlenmesi gereken politikalar nelerdir? Bir Çin atasözü şöyle der: “Önemli olan kedinin fareyi yakalamasıdır. Kedinin kuyruğunun beyaz mı siyah mı olduğu önemsizdir”

Dünyanın üzerinde ilerlediği konjonktür üzerinde karşımıza çıkan gerçek, artık özellikle bilimsel çalışmalar da ve sağlık alanlarında devletlerin de birer piyasa oyuncusu olmalarının hayati bir hal aldığıdır.

Bazı sektörler hele hele Türkiye gibi bir ülkede özel sektöre hele yabancı sermayeye asla teslim edilemez. Hür teşebbüs ve liberal olmak adına bunun aksini iddia etmek milliyetçilik değil; millete düşmanlık olacaktır.

Milletin en kısa yoldan, en yükseğe çıkmasını savunması gereken milliyetçilik fikri bu sebeple liberal iktisatla yan yana gelemez ve ekonomik sistemin içinden devleti dışlayamaz.

Bugün Türkiye için liberalizm demek milletin biraz daha sömürülmesi, emekçinin alın terinin sistemin çarkları arasında biraz daha eritilmesi ve nihayetinde Türk kimliğinin aşınması ve akabinde kölelik yolunun açılması demektir.

Oysa Türk Milliyetçiliği, küresel sermayenin bir hizmetkarı olamayacak kadar şerefli bir fikirdir. Milleti köle olmaktan koruyacak, milletin fertlerini hür ve onurlu kılacak namuslu bir fikirdir. Dolayısıyla tam da bu noktada Türk Milliyetçiliğinin, iktisadi iz düşümünde liberal ekonomiye yer olamaz. (Devam Edecek)

¹ Şahin Yaman, İktisadi Milliyetçiliğe Bakış

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.