site okul selçuk izmir

DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İzmir °C
site okul selçuk izmir
18.02.2013
A+
A-

asil-s-tuncerBüyük Yugoslavya’nın Büyük Lideri

13-14 Ocak 1953. 60 yıl önce TİTO tarih sahnesinde. Asıl adı Josip Broz. Hemen herkes onu TİTO takma adıyla bilir. Emrindekilere ‘ti to, ti to’ “sen onu (yap), sen (de bunu) yap!’ dediğinden bu isim yakıştırılmış. Bir başka görüş ise ismin T(ajna) “gizli”, I(legala) “yasadışı”, T(eroristiçka), O(rganizacija) kısaltma şeklindedir. Bunda biraz karalama var açıkça.

O, çok insanın korktuğu, çok ülkenin sakındığı ve dikkatle izlediği adamdı. Çoğu istihbarat birimleri kadrolarındaki iyi yetişmiş ajanlarını onun için seferber etmişlerdi. Şimdiki gençler bilmeyebilir. Anlatalım, kimdir TİTO? II. Dünya Savaşı’ndan sonra kanlı bıçaklı, tarihten gelen düşmanlıkları olan halkları birleştirip Yugoslavya’yı kuran adamdır. Ve bazılarına göre korkunç biri. Özellikle emperyalist devletlerde öcü yapılan TİTO, tam aksine Yugoslavya’da insanların gözünde bir liderdi. Korkan ve korkunç gösterenler başka ülkelerin devlet adamları ve istihbarat servisleriydi. Başta SSCB ve ABD.

TİTO, ülkesi Yugoslavya’da ne yaptı? Başta eğitimi ve sağlığı bedava yaptı. Misal 18 yaşına gelen bir gencin üniversitesi garanti olduğu gibi, şayet okumak istemiyorsa veya yetersizse işsizlik bürosuna kaydolur, iş bulurdu. Bulana kadar da işsizlik maaşını alırdı. İşe girdikten sonra da kendisine 40 yıl süreyle ödemeli bir daire verilir, emekli olunca evinde oturma şansı tanınırdı.

Yani öyle korkunç bir adamdı ki kadınlar doğuma 2 ay kala zorunlu olarak ücretli izine ayrılır, doğum geldiğinde hastanede yine ücretsiz doğum yapılır sonra da çocuğa gerekli yardımlar verilirdi. Bez, beslenme maması vs kapıya gelirdi. Anne de 18 ay süresince bebesine bakmak için işe gitmez, yavrusunu büyütürdü. Yani işyerinden mahrum kalıyordu, ne korkunç değil mi? Üstelik bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de çocuk parası eklenirdi maaşa.

Kamu kurumlarında olsun, askerlikte olsun hiçbir dini simgeye yer verilmiyordu ve hiçbir dini bayram resmi tatil değildi ama devlet resmi bayramlarını kutlamakta özgürdü. Tek bayramlar 29 Kasım cumhuriyet bayramı, 25 Mayıs gençlik ve spor bayramıydı. Bu yüzden mezhep hele din kavgasının olmadığı yegâne ülkeydi deyim yerindeyse. İsteyen camiye, isteyen kiliseye vs giderdi. İstemeyense hiçbir yere. Herkes özgürce, istediği gibi yaşayabilirdi.

Şimdi bazı çokbilmişler vay anam din yasaktı vay babam gizlice camiye, kiliseye gidiyorduk diyor. Üsküp’te ve Saraybosna da medreseler vardı ve bu medreselerde imamlar yetişiyordu Müslümanlar için. Tabi ki Ortodoks ve Katolikler için de aynısı geçerliydi. Onların da din adamı yetiştiren kurumları vardı.

Şimdi böyle bir medrese olacak sen de çıkıp vay biz gizlice ve korkarak camilerde namaz kılıyorduk diyeceksin hâlbuki Müslüman yalan söylemez demek ki senin bugün kıldığın namaz bile sahtekârlıktır. Bir kanalda Makedonya’daki çekimlerde söyleniyor bunlar. Kulaklarıma inanamadım. Bu söylenenler, eşim ve ailesinden duyduklarım ve de oralara gittiğimde konuştuğum insanların anlattıklarıyla tam bir tezat.

Ekonomiye gelince, dünya tarihinde hiç görülmemiş ve görülmeyecek olan yıllık % 48 bir büyüme sağlanmıştı onun zamanında. Kendi arabasını, tankını, uçağını, kamyonunu üretiyordu. Demokrasiye geçilince bunları üreten fabrikalar kapandı, onların ürettiklerini artık demokrasi olan ülkelerde üretilen silahlar yer aldı. İthalata başlandı.

Düşünün; (sözde) demokrasiden yoksun ülkede, ilkokulu herkes kendi anadilinde okuyordu. Televizyon tarihinde ilk kez olarak Türkçe haberler TİTO’nun Yugoslavya’sında sunulmuştu; hem de Türkiye’ den tam 5 yıl önce. Yayınlara bakın hele: Birlik gazetesi, Tomurcuk ve Sevinç gibi aylık çocuk dergileri. Kültür alanında, sanat alanında bugünle daha o tarihlerde yarışır etkinlikler söz konusuydu. Bunlardan bugün de faaliyette bulunan Üsküp Türk Halk Tiyatrosu o günlerden mirastır.

Fakat TİTO birilerinin işine gelmiyordu; öyle ya demokrasi yoktu. Onun zamanında Birlik Gazetesi’ne, Türk Tiyatrosu’na anavatan Türkiye’den maddi destek geliyordu. Peki, bugün bu maddi yardım nasıl ve nerelere geliyor? Sanata ve kültüre mi? Hayır! İmamı olan köye Türkiye’den astronomik ücretle imam geliyor. Kurban kesebilecek eve kurbanlık getiriliyor.

1936 yılı ve o sene bir süre ortalıkta görülmeyen TİTO uzun zaman sır olarak kaldı Yugoslav tarihinde. Açıklama yapılmadı, kamuoyundan gizlendi uzun zaman. Ölümünden sonra TİTO’nun gizlice ülke dışına çıktığı anlaşıldı. 1936’da, II. Savaş’tan 3 yıl önce TİTO’nun Türkiye’de olduğu ve Atatürk’le görüştüğü ortaya çıktı. Büyük ihtimal o süre zarfında Nasır ve Nehru ile de görüşmüştü. Zaten üç lider sık sık bir araya gelirdi. Bağımsız Ülkeler Birliğini onlar kurmuştu. Ayrıca TİTO Yugoslavya’da burka ve feraceyi yasaklamış, soranlara “Atatürk yaptı ben de yaptım. O yaptıysa bir bildiği, bir iyiliği vardır elbet” dermiş.

Ve nihayetinde 1980 yılında TİTO 4 Mayıs günü 88 yaşında vefat etti. Ardından ağlandı, sızlanıldı, şarkılar bestelendi ve mezarına milyonlar akın etti, saygı duruşunda bulundu. Anıt mezarının adı bile manidardı; “Çiçekler Evi’’. Yaşına ithafen 88 ağaç dikildi ülkenin her yerinde. Sırf bu yüzden bile tüm eski Yugoslavya ülkelerinde ağaç çoktur. Bugün 33 yaşında olan çokça irili ufaklı orman mevcuttur. Sonra ne oldu? Din yarışı yani savaşı başladı. Sonra da Birlik Gazetesi kapandı, Tomurcuk ve Sevinç Dergileri bitti ama (sözde) demokrasi geldi.

TİTO öldü gitti ardında güzel bir ülke Yugoslavya kaldı bu ülkenin söylemi. Kardeşlik unsuru yapıştırıcı işlevi görüyordu; “Birlik”. Bu ülkeyi parçalamak birilerinin planlarında çoktan vardı bile. Bunun için özel yetiştirilmiş adamlar vardı ve bu planı yürürlüğe sokmanın en kolay yolu seçilmişti bile; o da dindi, dildi.

Ve 6 -7 yıl içinde Yugoslavya bitti, geriye parçalanmış bir halk, aileler, kardeş düşmanlığı kaldı. Bugün 6 ülke ve 1 özerk bölge haline gelen eski Yugoslavya topraklarında kime sorsanız rahat yarısından fazlası size parçalanmanın kimseye yaramadığını, eski günleri aradıklarını söyleyeceklerdir.

Gözlerden uzak Bosna’nın Medjugorje bölgesinde 1981 yılının bir günü 5 çocuk geziye çıkmıştı ve inanılmaz bir olay yaşandı. Bu çocuklara Hz. Meryem göründü. Daha önce neden görünmedi? Hz. Meryem, TİTO’dan mı çekindi de o öldükten sonra tam da ayrılma ve dağılma senaryoları gündemdeyken birden ortaya çıkıvermişti.

Ondan sonrası malum. Çocuklar gördüklerini evde anlattılar sonra komşulara, köylere ve Mostar şehrine. Tabi buna bir de yasal zemin gerekiyordu çocukları apar topar Mostar Hastanesi’nin psikiyatri bölümüne götürdüler. Sonuç; çocukların akli dengeleri yerinde, sağlıklı ve hiçbir uyuşturucu almadıklarına dair resmi bir belge verildi.

Hz. Meryem, haftanın bazı günlerinde çocuklarla konuşuyordu ve insanlar da olayı izlemek için oraya akın ediyordu. Fakat ne hikmetse Hz. Meryem’i o çocuklardan başkası göremiyordu ve diğer insanlardan biri yaklaşırsa hemen gitmekle tehdit ediyordu. Tek duydukları bir gök gürlemesiydi.

Hz. Meryem son konuşmasında Hırvat Katolik din adamlarından yakınıyordu. Onlar milletlerini yalnız bırakmışlardı ve derhal görevlerini yerine getirmeleri için onları göreve çağırıyordu. Ülkeyi yöneten siyasetçilere acil çağrı yapmıştı Hz. Meryem; “dininize dönün, günah işlemeyin!”. Ve nedense birden Hırvatlar Katolik kilisesinin emirlerini uygulamaya başladılar. Her tarafta misyonerlik yapmaya başladılar.

Sonrasında olaylar birbirini takip etti. Tohumlar atılmıştı bir kere. Buna Sırp Ortodokslar ve Müslüman Boşnakların katılması gerekiyordu. Düne kadar komünist olan Miloşeviç, Kosova’da Sırp Patriğin yanında kutsal Sırp halkından bahsetmeye başladı. Aliya İzetbegoviç, Müslümanları camilere davet etmeye…

Netice TİTO’nun ölümünden sadece 10 yıl sonra kanlı bir savaş başladı. ‘Kardeşlik ve Birlik’ söylemi yerine ‘Kalleşlik ve Katillik’ söylemine bırakmıştı. Binlerce insan, çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden katledildi. Neden? Çünkü din kanı durdurmuyor, aksine herkes kendi dini için savaşıyor, karşısındakini kendi dininden değil diye öldürüyordu. Özgürlüğe ve demokrasiye açılan kapı ve cennete giden yol katletmekten geçiyordu.

Bunun için de din adamları fetvalar veriyordu ama nedense insanların gözyaşına bakan yoktu. Karışık evliliklerden dünyaya gelmiş çocuklar belki de en büyük acıyı yaşıyordu. Gözlerinin önünde akrabaları birbirini öldürüyordu. Aileler parçalanmıştı. Amer, Müslüman ordusundaydı ama kardeşi Nikola Hıristiyan saflarındaydı ve iki kardeş savaşıyordu. Peki, niçin ve kimin için, diye sorduğunuzda verdikleri cevap ise ben Müslüman’ım ondan, ben Hıristiyan Ortodoks’um da ondan şeklindeydi.

TİTO’nun resimleri, artık duvarları süslemiyordu. Onun yerine haçlar ve yeni liderlerin resimleri vardı çünkü onlar demokrasiyi getirenlerdi, halk kahramanlarıydı. Peki, ölen çocukların sorumluları bunlar değil miydi? Daha bebek yaşında kolunu, bacağını gözünü, kardeşini, annesini, babasını, amcasını, dayısını, halasını, teyzesini kaybedenlerin hesabını kim verecekti o halde?

Demokrasi mi? Din mi? Hayır kimse vermeyecekti. Halk her zaman olduğu gibi sadece acılarıyla geçmişini anacak ve güzel günlerin gelmesi için 4 yılda bir sandığa koşacaktı. Bilmezler ki o sandıkları oraya koyanlar aslında geçmişte o kanlı günleri yaşatanlardı.

Din adına tarihte nice katliamlar yapılmış bildiğimiz. Hiçbir din başkasını üzmeni, hakkını yemeni ve öldürmeni emretmez. Ama dünya çoğunlukla da din için ve din adına savaşmış, daha doğrusu savaştırılmıştır. İnançlarımız, duygularımız alet edilmiştir. Kana susayanlar iktidarlarını meşrulaştırmak için ulusların her zaman yumuşak ve hassas noktasını kullanmışlardır.

Etrafınıza bir bakın. (Sözde) Arap Baharı. Sonbaharı desek daha doğru olur. Mısır’a ne oldu? Libya’ya… Suriye’ye ne olacak? Bunların hepsinde birilerinin çıkarı, mutluluğu diğerlerinin ise felaketi, gözyaşı yok mu? Kime yaradı?

Allah korusun! Türkiye parçalansa, kim kârlı çıkacak?

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.