site okul selçuk izmir

DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İzmir °C
site okul selçuk izmir

Göbeklitepe

17.11.2014
A+
A-

asil-tuncer1111Dünyanın İlk Tapınağı

1995 yılından beri kazılıyor. NevaliÇöri ve Çayönü ve HallanÇemi’deki yaşam ve yerleşimle eş zamanlı. KlausSchmit, NevaliÇörü’deki kazılarda bulunduğundan dönemsellik ve özellikler hakkında bilgi sahibi. Arazisini işleyen çiftçinin tesadüfen bulduğu taş ve Amerikalıların bu bir işe yaramaz dedikleri o taş, sonra da bizimkilerin müzede bir köşeye koydukları o taş… İşte her şey o taşla, o çok özel buluntuyla başlıyor. KlausSchmit tesadüfen geldiği Urfa Müzesi’nde gördüğü bu çok eski buluntu taşı görünce ne olduğunu hemen anlıyor. Yerini, kimin getirdiğini, nasıl bulunduğunu vs her şeyi sorup öğreniyor ve sonra da yollara düşüyor.

Balıklı Göl, Göbeklitepe’ye sadece 12 km ve burası her yerden görülür konumda. Daha doğrusu buraya çıktığınızda sizden daha yüksek yer yok hissine kapılıyorsunuz. M.Ö.10-9. milenyum. Bu insanlar Taş Devri’nde yaşamışlar ama bizim kitaplarda okuduğumuz ve illüstrasyonlardaki kıllı ilkel adamlardan farklı olduğu muhakkak. Yazının bulunmasına daha 7.000 yıl var ama adamlar yazı gibi resimler yapmış ve sonraki nesillere yani bizlere önemli mesajlar bırakmış. Hatta arada 10.000 yıl olunca vermek istedikleri mesajların yerini bulması zorlaşmış. Yani Göbeklitepe’yi anlamak zaman alacak gibi. Toplam 6 kez gittiğim Göbeklitepe, ilk güne göre oldukça mesafe kat etti ve hala her gittiğimde yeni bir şeylerin gün yüzüne çıktığını öğreniyorum.

Burada 3 tabaka var ve bana en ilginç gelen D tabakası. En eski ve en gizemli olanı. Saatlerce dikili taşlara ve figürlere bakıyorum. Baktıkça daha da hayran kalıyorum. Demek 12.000 yıl önce insanın atası yine bu kadar becerikli ve akıllıymış. Oysa düne kadar akıllı insanların Mısır ve Yunan’dan başladığını İskender ile de bilimin doğuya geldiğini okutmuşlardı bize. Bu sığ bilim-adamlarına şimdi Göbeklitepe ağızlarının payını bir güzel veriyor. Ona keza yamyam şeklinde tasvir edilen mağara adamlarının yerine insanı baz alan ve inancı kuvvetli, sanatsal niteliklere sahip topluluklar karşımızda duruyor Göbeklitepe’de.

Terk ettikleri tapınak höyüğü neden gömme ve saklama ihtiyacı duydular sorusu henüz tam netlik kazanmadı. Göbeklitepe’de rehberlik yapmanın farkı şu: anlatımlarda soru tandanslı cümleler, iki cevaplı açıklamalar çok fazla. Burayı terk etmek zorunda kalıp tekrar gelecekleri inancıyla tapınaklarını korumak mı istediler yoksa bu tapınma alanını başka inanç ve uygarlığa sahip kavimlerden korumak mı? Bir son ihtimal din değişikliğine gittiler ama atalarının ritüellerine gerek saygı ve gerekse nostaljik duygularla korumak ve bir sonraki kuşağa bırakmak mı istediler? Belki de Nuh Tufanı’na benzer bir dönem yaşandı, sular yükseldi ve burası mıcırla doldu, örtüldü.

Tüm bunlar benim yorumlarım. Göbeklitepe’yi iyi anlamak ve mesajı iyi okumak için ülkemizdeki başka yerlerdeki yaklaşık dönemlere ait yerleşimleri de gezerek, benzer süsleme ve yontuları görerek, bol bol kaynak tarayarak bir şeyler yakalama peşindeyim. Biliyorum bunu birçok kişi yapıyor. Herkes Göbeklitepe’yi en iyi şekilde nasıl anlarımın peşinde. Tur esnasında karşılaştığımız meslektaşlarımızla ayaküstü sohbetlerimizde de bu anlaşılıyor. Hepimiz merak ve soruları çözme gayreti içindeyiz. Ve çok eminim önümüzdeki yılların biri Göbeklitepe yılı olacak çünkü kazılar belli sonuçları ve yan yana getirilen bulgularıyla bize çok önemli ipuçlarını vermeye başlayacak, başladı. O kadar ki ulaşacağımız bilgiler tarihimizi yeniden yazdıracak ve bizi çok şaşırtacak.

Çayönü’nden Latmos’a, Karain’den Beldibi’ne çok geniş coğrafyada Anadolu Paleolitik, Neolitik ve Kalkolitik çağları yaşadı. Yalnız eldeki imkânlar ve bizdeki daha çok Helen-Roma altyapısına sahip arkeoloji bilimi M.Ö. 3.000 yıl öncesine gitmeyi gördü ve bunu ciddi olarak ele almaya başladı. Mustafa Kemal Atatürk, Alacahöyük ve Ahlatlıbel kazılarını belki bu yüzden önemsedi çünkü biliyordu ki Anadolu öyle Yunanla-Helen’le açıklanası sığlıkta değil. Köklerimiz daha da derinlerde.

Çok ağır taşları hem buraya taşıma ve sonra da burayı gömme hiç de kolay bir iş değil. 300 metre çapındaki alan o zamanın şartlarıyla bakarsanız çok zor bir iş. Ayrıca taşı işleme, oyma ve taş kültürü çok ilerde. Bunları neyle yapmışlar sorusunu sorduğumuzda alışıldık taş devri yontu aletlerini gösteriyorlar. Sonra bakakalıyorsun; bir aletlere bir de yontuya. Bu çok basit bir rendeyle ve kerpetenle lüks bir oturma odası grubu yapmaya benziyor.

Burası yerleşim değil tam aksine bir ritüel yeri yani tapınma alanı. Acaba bu insanlar neye inanıyorlardı ve neye tapınıyorlardı? Ortada 2 büyük T ve çevresinde farklı rakamlara ulaşan sayıda diğer T’ler. Ortak tapınak yeri konusunu ele alırsak HallanÇemi, NevaliÇöri ve Çayönü yerleşimlerinden insanlar belki belli zamanlarda ve belli tarihlerde bu tapınağa geliyorlardı. Öte yandan çok benzerliğe rağmen NevaliÇöri ile Göbeklitepe arasında yaklaşık 500 yıl fark var. Burası Taş Devri’ne tarihlenen bir hac yeri de olabilir. Çünkü gösterilen özen ve herkesin toplandığı ortak tapındığı yer ve değeri dikkate alınırsa çok insan büyük emek sarf ederek birlikte özel bir tapınak yapmış olmalılar.

İşin diğer ilginç yanı ise toplamda burada 20 tapınak olması ve bunlardan sadece 4’ünü biliyor olmamız. Bu kadar sayıdaki tapınak neden? Etraftaki tüm insanlar buraya hac için geldilerse o zaman yaklaşık 100 km’lik çap içindeki hemen tüm yerleşimlerden insanlar demek ki buraya geliyorlardı ki bu kadar emeğe değsin. Zira yaklaşık 500 mt uzaklıktaki taş ocaklarından bu monolit sütunları buraya ancak yine 500 adam zor getirebilirdi. Demek ki burası çok önemli kutsal bir mekandı. Bugünün Kudüs’ü, Mekke’si veya Vatikan’ı gibi.

Bu arada NevaliÇori’yi bilmeyen okurlarımız için bir ufak hatırlama yapalım: Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesinin Güluşağı köyünün hemen kuzeybatısında kırsal alanda bulunuyordu. Atatürk Baraj Gölü suları altında kalmadan önce Fırat’ın bir kolu olan Kantara Deresi’nin iki yanında yer almaktaydı ve NevaliÇöri I,II olarak iki kısımdan oluşmaktaydı. Neolitik Çağ tabakalarına sahip höyük M.Ö. 8500-7500 dönemine tarihlenmekteydi.

Öyle ki ilk kez Karacadağ’da rastladığımız ve einkorn olarak da bilinen SiyezBuğdayı’nı burada görmekteyiz. Tek başakçıklı olması ve sıkı kavuz yapısı itibarı ile hastalık ve zararlılara dayanıklı, kurak şartlarda ve fakir topraklarda rekabet gücü yüksek bir tür olarak bilinen SiyezBuğdayı’nın, yapılan çalışmalarda yüksek yağ içeriğine ve ekmeklik buğdaya göre daha fazla sarı lutein oranına sahip olduğunu görmekteyiz.

Göbeklitepe’de aynı zamanda taşlara çizilen bu şekiller, tanımlamalar ilk ilkel yazı olarak da kabul edilebilir. Buradaki T’ler, aslında tanrının aynası olarak adlandırılan insanı temsil ediyorlardı. Hayvan figürlerine gelince turnanın özellikle dikkatimi çektiğini söyleyebilirim. Göçmen kuşlardan Afrika’ya göç etmeyen tam aksine Hindistan’a göç eden tek kuş türüdür turna. V halinde uçarlar bildiğiniz gibi. Burada Hindistan’la ilgili bir başka mesaj veya bağlantı mı var, diye de sormadan edemiyorum kendime. 12 dikili taş ise bana semavi dinlerdeki 12 sayısını, Sümer’den beri bildiğimiz takvimin 12 aya bölündüğü ve Yazılakaya’daki 12 tanrı ile İsa’nın 12 Havarisine kadar her şeyi aklıma getiriyor. Hatta Alevilikteki 12 imamı bile.

Öte yandan Moğol ve Çinlilerin hayvan takvimi de bana benzer çağrışımı yapıyor. Hele hele burçlar… Türklerin ilk takvimi 12 ayrı hayvanın adını taşıyor. Burada başta boğa olmak üzere akrep, domuz gibi çoğu hayvan resmedilmiş. Piramitlerden 7.500 yıl önce yapılmış bu tapınakta konuşulacak, üzerinde kafa yorulacak çok şey var. Hayvanların bilindiği, tanındığı ve insan ögesinin algının merkezine yerleştiği bir uygarlık eşiği Göbeklitepe. Öyleki insan ögesi eril ve dişil olarak yerli yerine oturtulmuş ve de statüleri tanımlanarak görevleri dağıtılmış.

Nemrut’u “Dünyanın Sekizinci Harikası” dersek, Göbeklitepe keşif sırasıyla sekize değil belki ama dokuza yerleşmeli. Özellikle hayvanat bahçesini andıran galerisi ya da sergisinde şu hayvanlar resmedilmiş: Yaban Domuzu, Sırtlan, Aslan, Leopar gibi yırtıcılar, Yılan, Koç, Tilki, Ördek, Turna, Akrep, Yaban Ördeği, Kuğu, Yabani Koyun, Boğa, Örümcek, Eşek. Bir de Klaus Bey’in ‘kuş’ diye tanımladığı kuşa benzer oğlak görünümlü bir yaratık da ilgimi çekiyor. Belki de türü yok olan bir hayvan bu.

Burada boğa da ilginç bir figür. Çatalhöyük’teki evlerde de boğa başı ve boynuzu sıkça görülmektedir. Çatalhöyük’te insanlar evlerine çatıdan giriyorlardı. Burada durum farklı gözüküyor zira üstü kapalı olsa yıldız-name iyi işlemez. Sonuçta gökyüzüne kesinlikle bakıyorlardı ki astrolojik olarak hayvan dizgesi ve 12 taşa oyulması, tapınağın üstü açık olduğunu vurguluyor. Ayrıca hepsi güneye çevrili ve birde buradaki tapınmanın güneş ve gün ışığıyla çok ilgili olduğu açık. Kış aylarında üstünün deri, saz ve kalın dokumayla örtülü olabileceği muhtemel.

Ne ilginç değil mi? Semavi dinlerden önce çok tanrılı dinlere ve sahipliği yapmış Anadolu batı dünyası için adeta bir ‘tarihi barometre’. Dinsel amaçlı kullanılan bu höyük göçebe toplumların yerleşik hayata çiftçiliğin ve hayvancılığın ortaya çıkmasıyla geçtiği varsayımını bir anlamda yıkarak, avcı – toplayıcı toplulukların dinsel ayinler için Göbeklitepe gibi dini merkezlerde düzenli bir şekilde bir araya gelmeleri ve ortaya çarpıcı bir taş oyma-işleme mimarisi koymaları. Dini ritüellerde simgesel anlatımın, piktogramın ilk ortaya çıktığı yer.

Bulgular arasında dikkat çeken başka bir eser de ağzı olmayan ve göğsünde askerde çavuş pırpırı tabir ettiğimiz iç içe iki V figürünün işlenmiş olması. Ayrıca eller önde kavuşur vaziyette duruşlar filan nasıl namaz kıldığımızı anımsattı… Göbeklitepe anlatmakla, konuşmakla bitmeyecek biçimde geniş, derin ve bir o kadar gizemli. İnsanın kendini, geçmişini ve düşün dünyasını yeniden keşfettiği yer. Sanki birisi bizim 10.000 yıl öncemizi getirip önümüze koydu ve buyurun kendinizi evveliyatınızı, fikriyatınızı daha iyi tanıyın dedi.

Tavsiyem; Göbeklitepe’ye sakın rehbersiz gitmeyin. Zira Göbeklitepe bir bilenle ancak anlaşılır oluyor. Yoksa insan soru işaretleri ve bilinmezler arasında boğuluyor. Yoksa sadece gittiğinizle kalır, doğru dürüst bir şey anlamadan geri gelirsiniz.

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.