site okul selçuk izmir

DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İzmir °C
site rehber selçuk izmir

Diyarbakır’da Tur Psikolojisi

27.01.2015
A+
A-

asil-tuncerDoğu Akdeniz ve Güneydoğu turu notları..

Gidemediğin, Giremediğin Yer Senin Değildir.Girsen de kendini güvenli hissetmediğin yer…

Yine uzun soluklu Anadolu turlarından birindeyim. İngiliz ve Amerikalı karışık grupla 11 günlüğüne Doğu Akdeniz ve Güneydoğu’ya gidiyoruz. Turumuzun Adana-Tarsus ayağı yol açısından sıkıntılı değil. Düzenli yollar ve otoban bu zorluğu büyük oranda çözümlüyor. Tek sorun otobandan çıkmadan yol üstünde durabileceğiniz mola yerleri sıkıntısı. Malum bu güzergâhlardaki mola yerleri bazen fırsatçılık yapıyorlar. Dış görünüşüne bakınca çok ehli-fehli yerlere benzeyen bu tesisler kötü servis ve yüksek fiyatlar yüzünden bence sınıfta kalmaya adaylar.

Öte yandan her nedense 20 kişilik bir gruba çay-kahve satan bu yerlerin hem çayı soğuk hem kahvesi kötü pişirilmiş ve üstelik fiyatı da normalin üstünde. ‘Kaptanla sizinkileri yazmadık’ dedikleri halde sonradan hesap ettim, bizim içtiklerimiz de fiyata dâhil etmişler. Etsinler sorun değil ama bari yazmadık demeyin; dürüst olun. Buna şark kurnazlığımı diyeyim yoksa Güneydoğu uyanıklığımı bilmiyorum…

Tarsus’a girdiğimizde malum şehir trafiği yoğun olan bir yer ve tarihi eserler, yapılar her geçen gün modern yapılar arasına daha fazla gömülüyor, yok oluyor. Roma Yolu ve ona keza St. Paul Kuyusu daha silikleşiyor ve gözden kaybolma, yok olma zaafı yaşıyor adeta. Bu yapıların çevresine doluşan butik, market, lokanta, kafeler vs eski dokuyu sindiriyor, kaybediyor. Hatırlayın bir 15 yıl öncesini buradaki tarihi eserler daha göze çarpar durumdaydı. Belki bu kadar restorasyon geçirmemiş ve koruma denilen o kalın duvar, tel örgü ve çatılarla çevrelenmemişti ama daha görünürdü; oranca yeni yapılaşmayla başa baştı ama şimdi yüzdelik olarak etrafındaki yeni yapılar çok daha fazla. Buna mukabil Kleopatra Kapısı her geçen gün tahribat yüzünden yok olurken etrafındaki yeni yapılar mantar gibi yükselmeye devam ediyor.

Adana’da Baraj Yolu, Adnan Menderes Bulvarı, Turgut Özal Bulvarı eskiye göre daha yeni yapıyla dolu ve kirli. Buradaki otopark sorunu çözülmedikçe ve ayrıca hız tutkunlarına bir çözüm getirilmedikçe hem görsel hem de trafikte can güvenliği sıkıntı yaratmaya devam edecek. Sabancı Camii için ziyaret edecek grubu trafikte çok dolaştırmayayım; karşıdan karşıya geçireyim dedim; Aman Allah’ım! Acaba bir tane centilmen bir Adanalı sürücü var mıdır şu koca kentte, diye düşündüm. Kimse ne duruyor ne yavaşlıyor. Cami ziyaretinde harcadığım süre kadar karşıdan karşıya geçmek için de bir o kadar harcadım.

Hilton Oteli orada sanki bir kurtarıcı. Taş Köprü’den yürüyerek eski kente bağlantı güzel ama çevre temiz değil. Ulu Camii tarafına yürümek isterseniz trafiğin tersine yürümek için geniş kaldırım lazım; bir de kalabalığı yaracak kuvvet. Cami bakımsız ve çok peşmurde. Etrafı da çok pis. Ortadoğu’da yaptığımız turlarda bile bu kadar pis çevre görmüyoruz. Bizler Araplardan daha Arap olmuş, pisliğe batmışız. Bu nedir? Hele bu turda Suriyeli dilencilerden illallah dedim resmen. Adana’da plansız büyüme ve orantısız artan nüfus bu kentin sosyal dokusuyla tarihi dokusuna ve dolayısıyla turizmine büyük zarar veriyor.

Gaziantep de aynı dertten muzdarip. Her yerde şantiye görünümü ve yol yapımı vs. İyi tamam da bunları daha çok turizm sezonu dışında yapamaz mıyız? Neden kent merkezinde yaz göbeğinde kaldırım taşı döşeme çalışması yapılıyor? Yayalar nerden yürüyecek? Sadece bana iki tane araç aynasıyla çarptı ve Allahtan aynalar kıvrıldığından sorun olmadı yoka elim-kolum alçılı tura öyle devam edecektim. Kale çevresi en çok gezilecek yerlerden ama buradaki trafik ve yoğunluk felaket. Seyyarlar, kısmi pazaryeri niteliğindeki oluşumlar burayı allak-bullak ediyor. Yani Mozaik Müzesi’ni gör ve oradan kaç diyor insan neredeyse.

Sırası gelmişken; Mozaik Müzesi’nin II. Kısmını biraz daha zenginleştirmek, çekiciliğini arttırmak ve de oraya bir oturma, dinlenme, çay-kahve içme yeri yapmak lazım. Saatlerce gezdiğiniz I. Kısımdan II. Kısıma geçince insan doğal olarak bir mola vermek istiyor. Hem gördüklerini bir sindirmek ve değerlendirmek hem de II. Kısma geçmeden bir lavabo ve çay-kahve molası vermek istiyor. Bu çok elzem. En sonunda ki mola bu yüzden çok geç oluyor ve çoğumuz II. Kısmı dolayısıyla hızlı geçiyoruz. Bu kısma mutlaka bir kafe lütfen!

Şanlıurfa’da en dikkatimi çeken husus tüm yolların çalışmada olması dolayısıyla trafiğinin iyice rezil hale gelmiş olması. Şanlıurfalı sürücü kurslarının biraz daha sürücü belgesi verirken dikkatli olmaları ve sürücü adaylarına sağa-sola ve aynalara bakma konusunda daha yoğun eğitim vermelerini rica ediyorum zira bu kentte arabamızın toslanmadık ve sürtülmedik sağı solu kalmadı. Bu nasıl araç kullanmaktır anlamadım; “geçersin sandım”, “durursun sandım”larla insanlar araçlarını sürüyor ve sonra gelip size tosluyor. Öte yandan kentte tüm müzeler kapalı. Biri kapatmış eser taşıma işlemi için. Öbürü de açmamış eksik işlemler ve bitmemiş prosedürlerden dolayı yada benzer sebeplerle… Derken kentte gezecek müze kalmamış nerdeyse arkeolojik ve etnografik anlamda.

Belki de en önemlisi Kale’nin durumu. Buradaki oynak taşların aşağılara yuvarlanmaları büyük sorun. İki kez çıktığım kalede giriş ve güvenlik kulübesinin üstüne, önüne yuvarlanmış taşlar gündemimize damgasını vurdu. Bizler gerçekten “Allah’a Emanet Yaşıyoruz”. Biz geçtikten sonra ve gezerken tam çıkmadan önce iki kez kaya yuvarlandı ve çarptığı yeri kırdı, geçirdi. Allah muhafaza bize denk gelse ne olurdu? Son şeyi de söyleyeyim; Kaleye çıkarken neden kafeden dolaşıyorum? Neden müstakil bir giriş yok?

Nemrut’ta iniş için yapılan ikinci merdivenler çok iyi olmuş ama bu beton yapılaşma doğal ve tarihi dokuya zarar veriyor mu vermiyor mu bunu sizlerin yorumlarına bırakıyorum. Aynı konu şu traversler için de söz konusu. Hani Efes, Bergama vs yerlerde gördüğümüz tren yollarından çıkma traversler. Koruyor mu yoksa mahvediyor mu? Bunu da gelecek yazımızda detaylı ele alalım ve şimdi konumuza dönelim. Yolların daha iyi olması ulaşımı ve basamaklar da iniş-çıkışı düzene sokmuş; rahatlatmış ama biliyorsunuz… Ne kadar yapılaşma o kadar tahribat demek.

Mardin, malum müze kapalı ve şehir merkezi de her zaman ki gibi kalabalık; trafik yoğun. Artık buna alıştık ve kanıksadık yalnız bu yeni açılan müze biraz daha eser ve özgün yapıt istiyor yoksa çok havada kalmış; resim galerisi gibi olmuş. Yani oraya gittiğimize, yürüdüğümüze değmeli. Zaten kentin çıkışına doğru ve zor ulaşılıyor bari biraz daha zenginleştirilmeli. Öte yandan sokaklar çok pis ve etraf çöp dolu. Mardin’deki sokakların kirliliği ve çöp sorunu hala çözüm bekliyor. Yapılanlar yetersiz ve daha fazla çalışma istiyor.

Son söyleyeceklerimiz Diyarbakır’la ilgili. Kentte artık bana göre çekici olan veya Diyarbakır’ı çekici kılan şeylerin yanında güvenlik sorunu çok daha öne çıkıyor. Kent dokusu (sözde) Kürt Sorunu ve Açılımı sürecinden sonra turizm anlamında konuşuyorum güvenlik sorununu yaşamaya başlamış. Gittiğimizde gösteriler vardı ve çevik kuvvet barikatları arasında şehre girdik. Programımda Ulu Cami var ve Süryani Kadim Kilisesi. Burçları geçtim çok zor olmaz ama Ulu Camii şehrin orta yerinde ve eski şehrin yanı-başında. Süryani Kadim de aynı; şehrin orta yeri sayılır. Dağ Kapı tarafından giriş yok; yerine şehir surlarını izleyerek ve Yedi Kardeş Burcu’nu geçerek Eski Mardin Kapı’ya geliyor, oradan Deliller Hanı’nın oralara… Bir yerde uygun park yeri bularak yolcuyu indiriyorsunuz. Oradan da bir on dakika yürüyerek (o kalabalık daha Türkçesi güruhta) camiye geliyorsunuz. Etrafınıza bir sürü çocuk; üzerinizde meraklı bakışlar ve el arabasından at arabasına her şeyin olduğu cadde ve sokaklar.

Cami’deki tuvalet kapalı. Avlunun Cahit Sıtkı Tarancı Evi’ne açılan kapısı ve etraf örtülmüş tamirat dolayısıyla. Tuvalet için yeraltındaki o pis tuvaleti kullanmak zorundasınız. Bekçi misliyle para istiyor ki adam sanki bizden ayakbastı parası alıyor. Etrafınızda gezinen Suriyeli ve Peşmerge kılıklı tipler zaten rahatsız edici. Üstelik arada bir kulağınıza gelen Molotof veya silah sesleri. Sanki Ortadoğu’da savaş olan bir ülkede tur yapıyorum. Etraf barut kokuyor. Birden karşınıza bir kaçışan bir grup ve ardından onları kovalayan polisler çıkabiliyor. Bu nedir? Bunun adı ne? Burası benim ülkem değil mi? Neredeyim? Diyarbakır’a ne olmuş böyle?

Çocukların ellerinde keleşvari oyuncak silahlar, etrafa ateş ederek ve savaş oyunları oynayarak eğleniyorlar. Buradaki çatışmalar çocukların bilinçaltlarına kadar işlemiş. Bu çocuk yarın büyüyünce dağa çıkmaya hazır potansiyel. Neden burada oyuncaklar bile savaş makinelerinden esinlenilmiş? Ne amaçla küçücük eller daha bu yaşlarda keleş tutmaya alıştırılıyor? Her yerde Kürtçe yazılar… Burası Türkiye değil mi? Çok rahatsız edici gerçekten. Siz bu satırları okuyunca ne hissedersiniz bilmiyorum ama bir gerçeği kesinlikle görmemiz gerekiyor: o da Diyarbakır’ın psikolojikman bittiği…

Allah, bu işin sonunu hayır etsin!

anadolutur

anadoluturu6

anadoluturu8

anadoluturu9

Asil S. TUNÇER

asiltuncermardin

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.