site okul selçuk izmir

DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İzmir °C
site okul selçuk izmir

Demokrat Mı, Demir Kırat Mı?

19.06.2014
A+
A-

asil-tuncerCUMHURİYET Mİ, CÜRÜMİYET Mİ?

Mark Baker Edyy tarafından geliştirilen Christian Science adındaki mezhep,öyle katı kurallara sahiptir ki, bu inanca mezhup kişi hasta olduğunda doktora gitmeyi bile reddeder ve o dinin dogmatik tüm prensiplerini katı bir şekilde uygular. Artık akıl değil, mantık ona keza sadece inanılan ve gereği yerine getirilen vardır.

Özellikle öğreticisinin 1910 yılında ölümünden sonra hızlıca yayılmıştır. Dini aklın emrine değil aklı dinin emrine üstelik dinin akilliğini bırakıp dogmatizmini ve tabularına teslim eden bu inanç sahibi insanlar Ortaçağ’ın karanlıklık dehlizerinden farksız yaşamaktadır.

Şimdi de Mustafa Kemal Atatürk’ün Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne adapte ettiği laiklik ilkesine göz atalım: insanı ve aklı ön planda tutan, çok önemli ve insani olduğunu, ayrıca inançla aklı bir arada dogmalara teslim etmeden yürüttüğünü göstermesi açısındanson derece çarpıcı bir örnektir.

Laikliğin varlık nedeni bizzat kendisinde değildir, onun kendisine takılmak veya onda kalmak, daha ileri gitmemek uzun vadede onu yoketmektir. Çünkü o aslında bir örgütlenme ilkesinin ikincil ve türemiş sonucundan başka bir şey değildir. Laik olan zaten cumhuriyetçi ve de çoktan demokrattır.

Öte yandan laikliği dinsizlik olarak algılayan algı özürlü insanlarımız var hala. Laiklik bir kere kişinin inanç özgürlüğünü garantiler. Ben camiye mi giderim, kiliseye mi yoksa havraya mı veya hiçbirine? Bu benimle Allah arasında bir husus ve diğer insanlarla da inanç özgürlüğünden doğan kul eşitliğimi ve dolayısıyla insanca yaşamamı sağlayan en büyük güvence.

Cumhuriyete inanır, demokrasiyi kurar ve laik biçimde yaşarsanız zaten sizde ve ülkenizde bir sorun yok demektir. Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. O zaman anayasan da mükemmel olma aşamasındadır. Yönetimin, halkın doğrudan doğruya kendi kendisini yönetmesi temeline dayanıyorsa şayet zaten işler yolunda demektir. Ulusun gerçek ve tek temsilcisinimilletin oylarıyla seçtiği meclisteki vekillerin yapıyorsa o zaman ülkende hür seçimler yapılıyordur. Yine meclisin dışında hiçbir kimse, hiçbir güç ve hiçbir makam ulusun kaderine egemen değilse sen zaten çok güzel bir ülkenin vatandaşısındır.

Bu nedenle zaten bütün yasaların düzenlenmesinde, her çeşit örgütlerde, yönetimin genel ayrıntılarında, genel eğitim ve ekonomi konularında ulusal egemenlik esasları içinde yürünecektir.Sen ve halkın 21.yy’in en özgürlükçü demokrasilerden birine talip devlet sistemin olan cumhuriyete sahipsin. Daha ne istiyorsun arkadaş? Baksana bir çevrene neler oluyor? Sen yat kalk dua et…

Halkının gerçek temsilcisi olan meclis, elinde tüm yasama, yürütme ve yargı erglerini toplamışsa gerçekten çok şanslısın. İnsanlar bu sahip olduklarına sahip olabilmek için canlarını, başlarını feda ediyorlar. Biz de nelerimizi feda etmedik? Kimlerimizi bu uğurda can verdirtmedik?

Memlekette zaman geldi, insanlar demokratlığı bilemedi, söyleyemedi; demokratı demir kırat yaptılar anlatmak, öğretmek için. Bir ulusun demokrasi sınavı zor geçiyorsa bilin ki ülkede kurumlar henüz tam kurulmamış, hak ve hukuk yerine oturmamıştır. İşlevsel anlamda diyorum…

Bunun yegane sebebi şudur. Eğitimin yetersizliği ve bu eğitimsizliği kullanıp kendilerine oy veren kitlerere dönüştürmekte ısrar eden bağnaz ve işbirlikçi yönetimler; dolayısıyla siyasiler.

Bir millet sürü ise siyasi kendini çoban hisseder. Bu sürü de çoban nereye sürerse doğal olarak oraya gider. Sonuçta çobanla koyunu aynı kaderi inanmış ve aynı akıbete yürüyen bir ahırın sığırtmacı ve peşindeki sürüsü gibi görmek mümkündür. Çobanları onların karnını doyurur, onlar da çobanlarına itaat ederler.

Eğer ilişki sürü-çoban ve doyuran-doyan ilişkisi dışına çıkamıyorsa bilin ki o sürüdekiler sadece kurbana kadar beslenen ve zamanı geldiğinde kendilerini kasabın çengelinde bulacak koyunlardan öte bir şey değildir.

Toplumculuk ve katılımcılık ancak kendini koyun değil çoban hisseden toplumlarda hâsıl olur. Bu toplumlar zaman içinde kendi uluslarını yaratırlar. Topluluk olarak değil ulus olarak kalmak isterler. Nedeni ise açıktır: zira ulusun üstünde insanlık vardır; toplumun üstünde ise dogmatik güçler daha doğrusu tanrı korkusu. Oysa çağdaş ve bilimsel insan korkmaz; kendine güvenir. Bilir ki inandığımız her kimse ve neyse sırf bizi cezalandırmak değil daha çok mükafatlandırmak için orda olmalıdır.

Ülkelere ve devlet başkanlarının yemin törenlerine baktığınızda bu farkı görürsünüz. Anayasal özgürlüklerin tam sağlandığı veya sağlanmış gözüktüğü ülkelerin ayrımı buradan başlar asıl. Bakmayın siz diğerlerinin anlattığı hayranlık dolu sözlere, abartılara. Görüntüde farklı, seste farklı onca eylem bize ipucu verir gerçekleri de ele verir ama başka şeylerle kapatılır o eksiklik bir şekilde.

Ne diyor düşünür; “…eğitimin bütün gücüne sahip olunan yer, cumhuriyetçi bir yönetimdir”. Doğru! Cahil insanlardan meydana gelen bir ülkede cumhuriyetten bahsedilebilinir ama bu bir içi boş çemberdir çünkü cahil biri özgür olamaz oysa kanundan ve haktan hukuktan haberdar biri için bu çember artık bir dairedir yani içi doldurulmuştur.

Cumhuriyette devlet her türlü dinsel etkiden uzak durmaya çalışır ama tam bağımsız pek olamayabilir şayet demokrasi varsa o zaman tüm ibadethaneler devletten, devlet de ibadethanelerden bağımsızlığını ilan etmek üzeredir. Yalnız eksik taş henüz yerine konmamış ve gerçek demokrasi henüz inşa edilmemiştir. Peki, ne zaman olacaktır? Laik olunduğu zaman? İşte o zaman gerçekten özgür ve demokrat bireyler olarak laikliği layığınca yaşarız.

Aksi takdirde müziği son sesine kadar açmış, kapınızın önünde teyplerini bağırtarak özgür ve demokrat olduklarını sanan şehir magandaları ile gecenin bir saatinde balkonda bağıra çağıra okey oynayan kentli zontaları daha çok görürsünüz. Bu kadar mı? Hayır! Vururum, öldürürüm ve istediği yaparım diyen katil ruhlu yaratıklarla ben bu mahallenin muhtarıyım istediğim gibi bu siteyi yönetirim diyen tiran ruhlu yöneticileriniz de eksik olmaz hayatınızda.

Ben öyle istedim, öyle de oldu, ne olmuş yani diyen apartman yöneticinizden tutun da başınızdaki şapkadan içtiğiniz suya kadar her şeye karışmayı kendine ödev addetmiş sınıfınızın idarecilerine kadar… Bunlar ancak üçüncü sınıf demokrasiler de ki zaten yoktur artık ve söz edilemez, olur. Bu tip yönetimlerde sizin seçtikleriniz de size layıksınız, bunu hak ediyorsunuz diyecektir ama hangisine o bilinmez. Ve yine sizin canınızı yakacaktır.

Demokrasilerde çare tükenmez, deriz ama bunun çaresizlikten sonra akla gelen bir çözümyani son dakika kurtarması olduğunu pek aldırmaz, umursamayız. Oysa demokrasilerde sistem vardır ve sistemsizlikten son dakika kurtarışları ve son an hamleleri beklenmez. Çünkü yılların yerleştirdiği bir oturmuşluk, kendi kendine işleyen bir mekanizma ve bölgeciliklerin ortaya çıkmasına, özel çıkarların, bencilliklerin kendisini göstermesine izin vermeyen bir devlet bürokrasisi, halkın bir ulus olma erdemi, baştakilerin de seçilmişimin verdiği bir vefa ödeyeyim, işimi tam yapayım da insanlara mahcup olmayayım kaygısı vardır.

Bu gibi insanlara üçüncü ve dördüncü dünyanın ülkelerinde pek rastlanmaz çünkü onlar sadece seçilip orada seçildiklerinin keyfini çatma, tadını çıkarma ve diğerlerinde acısını çıkarma gayeleri söz konusudur. Böyle olanlara birinci sınıf ülkenin birinci sınıf yurttaşı diyorlar. Biz hangi sınıftayız, siz karar verin.

İşte buna benzer örneklere tüm dünyada basiretsiz politikacı ve namussuz bürokrat diyorlar ama bizim ülkemizde biz bunlara başımız diye tapıyor, ölümleri bile sindirip acısını içimize akıtıyor ve bağrımıza taş basıp hala ısrarla şunu diyoruz; “başımız sağ olsun!”. Buradaki baş dediğimiz başı ne zaman kendi başımız yani kafamız değil de aslında başımızdakileri kastettiğimizin idrakine varacağız ve o zaman sahiden adam gibi adam olacağız.

Başlarımız ama içinde akıl ve mantık olan başlarımız sağ olsun ki akıllı ve mantıklı düşünerek akıllı ve mantıklı işler yapabilelim.Allah akıl vermiş madem, öyleyse, daha ne?

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.