site okul selçuk izmir

DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İzmir °C
site rehber selçuk izmir

TV Yemek Programları –I

18.07.2016
A+
A-

asiltuncerProgramlardaki Aymazlık

Turizme başladığım senelerde yaklaşık bundan 30 yıl önce Türkiye nüfusunun bugüne göre çoğunluğu hala köylerde yaşıyordu…

Bunu salt şehirleşme anlamında söylüyorum. Sanayileşmemiş toplumdu ama en azından kendi ürettiklerini tüketiyorlardı ya da tükettiklerini üretiyorlardı. Çok değil aradan 30 yıl geçti ve üretim yapılacak arazilere daha çok bina yapıldı, fabrika ve onların lojmanı olacak apartmanlar dikildi. İnsanlar kentleşmek pahasına ellerindeki arazileri çıkardılar ve kentlere akın ettiler. Köyde tüm aile üretime katılıyorken kentte aileden biri çalıştı diğerleri onun eline baktı. Köydeyken daha iyi beslenebilenler, sebze ve meyve tüketebilenler, topraktan direk sofraya gelen taze gıdaya sahip olanlar kentlerde bunu bulamadı.

Makarna ve pilav ağırlıklı yiyeceklere, suni tatlandırıcıların hâkim olduğu tatlı ve şekerlemelere yöneldiler. Manavdaki sebze kendi topraklarında yetiştirdiklerinden kat be kat hem pahalı hem de daha geçkindi yani tazelikten uzaktı. Hatta çoğu sera mahsulüydü. Oysa köydeki beslenmeye bakıldığında daha çeşitli ve sağlıklıydı, taze ve günlüktü yerine göre. Hızlı ve çarpık kentleşme aslında köyden kentleşme yaratmadı, aksine kentten köyleşme ortaya çıkardı. Öyle ki her kentin kenar köşe mahallelerinde belli bir çevre ve o çevrenin kültürünü yaşayan gettolara benzer alt-semtler ortaya çıktı.

Kentlere göçenler yoksul mahallerde yaşamaya başladı. Buna bağlı olarak da ucuz market ve ucuz pazar kavramı ortaya çıktı. İstanbul u Ankara yı biliyorum ama kenti kentim İzmir den örnek vereyim: İzmir de şuan en az 5-6 farklı standarda sahip semt, o semte ait yaşam, yine o semte ait kültür ve hatta buna ait ekonomi söz konusu. Giyim kuşamdan yiyecek tüketimine, mobilyadan arabaya ve eğlenceden düğüne-derneğe kadar farklılaşmış semtler ve onlara ait, o yerin İzmir i oluşmuş durumda. Yani birisine İzmirli misin diye sorduğumuzda aslında tam doğru şekilde sormuyoruz çünkü tek İzmir yaşantısı ve tek tip İzmirli yok.

Ya da cevap gelirken en az 5-6 zonu içine alan “İzmirliyim ” cevabını alıyoruz. Abartmıyorum! Bugün ben bir İzmirli olarak Karşıyaka da oturuyorum. Bırakın İzmir i Karşıyaka içinde bile en az 4-5 zon var ve bunu tüm İzmir e yaydığınızda inanılmaz gerçeklerle yüz yüze geliyorsunuz. Öyle ki; ben İzmir in Karşıyaka sında yaşıyorken gider Eskişehir de bir semtte yaşayabilirim ama Karşıyaka nın bir başka alt-semtinde yaşayamam örneğin. O derece birbirinden faklı, benzersiz ve kozmopolitlik söz konusu ki bir semte girdiğinde hala ben aynı kentte miyim diye kendine sorduğun oluyor.

Gelir dağılımındaki bozukluk, göç, sosyo-kültürel çeşitlilik o derece belirgin ki artık yaşadığımız kentlerde, kısacası toplumda bu günlük yaşamımızdan beslenmemize, giyimimizden konuşmamıza ve hatta içtiğimiz sudan tükettiğimiz ekmeğe kadar yansıyor. Evet, tükettiğimiz ekmek bile farklılaştı. Oysa gündelik sorunlarla uğraşırken, siyasetle haşır-neşir olurken ondan çok daha büyük sorunlar barındıran ve de topluma, yaşama direk yansıyan sosyal meselelerimizi göz ardı ediyoruz.

Bunda TV ye bağımlılık, cep telefonu hastalığımız ve de kitap okuma alışkanlığımızın olmaması gibi nedenlerin yanında en önemlisi belki yanlışlarla dolu ezberci eğitim sistemimiz çok büyük rol oynuyor. Çarpıklık, tezatlık hemen her alanda, birlikte yan yana yürüyor. Ne demek istediğimi çok basit bir örnekle, çok güncel bir noktadan girerek açayım: Bu örnek hepimizin ortak beslenme ürünü olan ‘ekmek olsun! Şimdi 75 Krş ekmek almak için halk ekmek satış noktalarında kuyruğa giren vatandaşla, elinde 4 TL lik diyet ekmekle geçen vatandaş aynı kentli.

Sırf marka olsun diye litresi 6 TL çiçekyağı tüketenle 4,5 TL çiçek yağını indirime girer belki haftaya 4 TL ye düşer de o zaman alırım şimdilik kanola yağıyla idare edeyim diyen vatandaş aynı mahalle olmasa bile aynı semtte oturuyor. Durum böyle iken Paris e gezmeye giden ve Eyfel de şarap içtik diyen insanla bayramda eve şeker almak lazım, kolonya lazım, masraf çıktı bize diyen insan aynı kentli. Birisi besleniyor, diğeri karın doyuruyor. Birisi eğleniyor diğeri eğlenmek için ortam bulmaya çalışıyor. Eğer bir kentte sokak-arası nişan-düğün yapılıyorsa orası hala köydür, kentleşmemiştir. Kaç kişi piyano resitali dinlemeye gidiyor, kaç kişi kına gecesine?

Bedava dağıtılan ne olursa olsun ama bedava verilen her şeye affedersiniz hücum eden ve adeta saldıran bir vatandaş tipi var ortada. Bir kase hayır lokması, bir paket makarna ve bir torba un için birbirini ezen toplum, bizim toplumumuz. Ben bunları sokakta, yolda, gittiğim hemen her yerde yurdum insanı olarak görüyorum. Su için çeşme başında, ekmek için kuyrukta ve ucuz tezgâha daha yakın olmak ve domatesi daha iyi seçebilmek için manavda… Tarifi zor bir açlık var. Doyumsuzluk var. Yiyoruz ama ne gariptir doymuyoruz.

Şimdilerde yaygın olan moda, daha doğrusu popüler eğilim diyet. Herkes diyette. Sabahları TV ekranlarımızı diyetisyenler dolduruyor ve bize nasıl, neyle diyet yapacaklarımızı söylüyorlar. Bir kısım beslenme uzmanı da bunlara karşın iyi beslenmemiz ve sağlıklı olmamız için neleri yememiz gerektiğini, etten sütten ve yağdan yumurtadan ne kadar tüketmemiz lazım onu öğütlüyorlar. Her gün bir avuç fındık-fıstık-badem ve cevizi yut. Sabah tereyağında 8 yumurtayla, Eski Kars Kaşarını bol bol ye. Öğlen tavuk şinitzel ama akşama balık ızgara, olmadı bonfile.

Oldu canım! Sen hiç hesap yaptın mı bu diyet kaça çıkar? Ve el âlemin bunu alacak parası, bu diyeti sürdürecek maddi durumu var mı? Koca koca adamlar TV lara çıkmışlar. Utanmadan bunu yiyin, şunu yiyin. Sanıyorlar herkes kendileri gibi özel seanslardan, TV programlarından paraları çuvallarla götürüyorlar. Siz başka gezegende mi yaşıyorsunuz? Bu toplumdan değil misiniz? Nasıl bu kadar ülke gerçeklerinizden uzak ve insanlarınızdan kopuk olabilirsiniz? Bu ülkede halkın %35 i besleniyorken %65 i hala karın doyuruyor. Siz bu programları yaparken beslenenlere mi yoksa karın doyuranlara mı hitap ediyorsunuz?

Beri yanda gurmeler. Bir yemek programı furyası aldı yürüdü, sormayın gitsin. Arkadaş! Türk insanı zaten yemeyi seven, yemek kültürü olan, en fakirinin bile sofrasında iyi kötü 2-3 çeşidi bulunan, elinde olsa sofraya kuzu çevirmesi getirtecek zevki sefayı da bilen insandır. Sen kalkmışsın bu insana eti nasıl pişirmeli, soteyi nasıl yapmalı, ızgarayı ne şekilde yakmalı onu öğretiyorsun.

Yemek pişirme kültürü olmayan, her akşam çoluk çocuk karnını lokantalarda doyuran millet oluruz anlarım. Onlara yemek yapmayı anlatırsın ve hatta saatlerce göster, uygulat vs. Ama en kötü ev hanımının bile bir şeyler yapmayı becerebildiği ve isterse de en kısa sürede çoğu yemeği rahat öğrenebileceği kadınlarımızın olduğu bir topluma… En uyuşuk erkeğimizin bile mangalı gördü mü yerinden fırladığı, ızgara et deyince adeta ölümüzün dirildiği ülke insanlarıyız… Hayır, yanlışsınız!

İnsanlar zaten kilolarından şikâyetçi. Yemek yemekten mustarip. Nasıl etsek de yemesek diye uğraşıyorlar. Sen kalkıyorsun milletin gözünün içine baka baka yemek tarifleri, ziyafet sofraları ve banketler hazırlıyorsun; bir de onları bir güzel mideye indiriyorsun. Hele bir sunucu var arkadaş; kadın tam bir et delisi ve eti gördü mü dayanamıyor. “Koy koy, doldur, şunu da ver, sucuktan, pirzoladan ölecek mübarek, ekranda izliyoruz. Kız yiye yiye bitiremedi, doymadı mübarek. Hep aç, hep gözü pişen etlerde. Turda filan oluyorum ve ayaküstü izliyorum. Bir gün program yapımcısına veya yayıncısına “önce şu kızı bir doyurun Allah aşkına! ” diye yazacağım.

Türkiye de yemek programı yapmak, insanların gözü önünde etleri pişirip sonra löp löp götürmek çok ucuz programcılık, fakire-fukaraya saygısızlık ve de bütün yetime, öksüze göz hakkı koymaktır. İnsanların şişmanlamasında ve kilo sorunu yaşamasında sizlerin de suçu var, sayın TV yemek programcıları. Ayrıca Türkiye nin hala evine düzenli et alamayan ve bu yüzden de et yemeklerine hasret çocuklarımız var. Unutmayın! İstatistiklere göre açlık sınırı yaklaşık 1.450 TL. Yoksulluk ise 4.500 TL. Asgari ücret ise malum. Siz bu tabloları bilmiyor musunuz? Türkiye de 77 milyonun 47 milyonu yaşam standartlarını zar-zor yakalayabiliyor.

Yani ülkenin %60 ı evine eti zar zor alıyor. Sizin hüplettiğiniz o etlere insanlar başta çocuklar ağzı sulana sulana, yalana yalana izliyorlar. Siz bundan zevk mi alıyorsunuz? Ayıptır. Bir de şu yemekteyiz adında çok salakça bir program var ki ne adetlerimizle, ne gelenek ve göreneklerimizle bağdaşıyor ama ısrarla yayınlamaya devam ediyorlar ve millet de oturup onu izliyor.

Gerçi bizim millet TV de ne görse izler çünkü bizde TV tamamen fakirin eğlencesidir. Hatta çoğu şeyi orda öğrenir. Adamlar yemekleri yiyorlar sonra kalkıp birbirlerini yiyorlar. Bir sürü terbiyesizi toplamışlar, yedikleri sofraya, evin sahibine ve de nimete hakaret üstüne hakaret ettiriyorlar. Bu ne rezillik? Dünya sizi izliyor ve öyle tanıyor. Ne diyeyim; “Allah sizi bildiği gibi yapsın! ”

Sürecek…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.