site okul selçuk izmir

DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İzmir °C
site okul selçuk izmir

Knossos Sarayı –II–

08.04.2013
A+
A-

asil-s-tuncer2111Girit’in En Kompleks Yapısı

Girit’te ilk saraylar ta M.Ö.3000’e kadar gidiyormuş. Çok ilginç? Bizler ilkokulda eski insanları hep ilkel, kıllı-mıllı, affedersin maymun gibi tasvirlerle öğrendik.

Şimdi ise ne maymunluk yaptıklarını, beşbin yıl önce saray inşa edecek kadar bilgi ve beceriye sahip olduklarını öğreniyoruz. Buna “bir yaşıma daha bastım” lafı az kalır. Malya antik yerleşiminde biz saray yapılarının ilk örneklerine rastlıyoruz daha M.Ö.5000’lerde. Ya! Haydi buyurun!

Burada ilginç başka bir detay da hemen her kamusal yapının ve alanın saray içinde yer alması. Kafamı karıştıran sarayın bizim anladığımız tek kralın ve ailesinin oturduğu yapı değil aksine kamunun da kullandığı bir mekân olması. Öyle dediler. Belki saray yerine kompleks desek daha doğru olabilir, kim bilir!

Bizim Topkapı gibi. Dolmabahçe’ye saray diyoruz, Topkapı’ya da… Bana göre Topkapı, Dolmabahçe’ye nazaran bir ‘kâgir çadır’. Dolmabahçe’ye taşındıkları halde hala minderde oturuyorlar bizimkiler, saray dediğin mantalite bizden çok öte uzun süre. Bunlarda da belki durum biraz karışık yani bugün saray denilince ne anladığımızdan biraz daha farklı düşünmek durumundayız.

Halk birbirine yakın merkezli adacıklarda oturmakta, kamusal alanları ortak kullanmakta ve sınıfsal bazı ayrımlar sanırım bu noktada göz ardı edilmekteydi. Ya da daha başka bir sistemle, üst sınıf ve alt sınıfın kullanım alanları ona göre sınırlı ve belirliydi. Hem ayrıymış gibi hem de iç içe duran bir yapı göze çarpıyor sanki.

Yapıları kaba bir şekilde göz gezdirerek bu şunun, bu da ötekinin gibi bir bölümleme yapmak güç. Zira sarayın hemen yanında soylular, az ötede ruhban sınıfı, sonra yüksek rütbeli askerler ve sıra sıra tüccarlar, sanatçılar ya da sanatkârlar vs diyerek konuşlanmışlardı meskenler olarak. Askeri yanaşık düzen gibi adeta, yan yana.

Adamın babası hanedandan, dayısı rahip, annesi çok zengin bir tüccar kızı ne bileyim kendisi de sanatkâr bir aileye damat olabilme olasılığını düşlersek biran misal. Nerde hangi sınıfta olacak ve nerde oturacak? Örnek biraz uçuk oldu galiba ama olmaz mı? Öte yandan meclis salonlarına bakılırsa üyesi pek de az değil anlaşılan. Çoğunluğun temsil edildiği fikrini veriyor. Yunan kentlerindeki demokrasi anlayışı yani.

Zaten bugün Batı Avrupa’nın fikri ve zikri noktasında kendilerini Miken’e kadar götürmeleri, hepsinin eski Yunan’da ifade özgürlüğü, tiyatro misal, benzer temaları örnek alıp kendileriyle özdeşleştirmeleri, dolayısıyla geçmişlerini Minos’a kadar indirmelerinin temelinde belki bu yatmakta.

Hangi Avrupalıya sorarsan sor; Roma, Helen ve Yunan’a iner bir şekilde. Hele Roma kesin. Etrüsk’üm diyen olmaz ama Yunanım diyen olur, Allah’ın emri! O yüzden her çocuk uçan adam İkarus’u, kanatlı at Pegasus’u, tanrı Zeus’u, Minos’u, at adam Kentaur’u, canavar Minotaur’u vs öğrenir ve sonra da unutmaz; daha ilgili ne varsa bilir veya hatırlar tekrarlayınca en azından.

Minotaur dedim de aklıma geldi. Heraklio Arkeoloji Müzesi’nde çok güzel saldıran, güreşen vs boğa freskleri göreceksiniz. Ayrıca boğa üstünde akrobasi yapan erkek tasvirleri çok güzel. Hele bir tanesi var! Mükemmel. Buradaki kült azgın boğa üzerinde akrobasi yapan sporcu erkek ve onun cesareti ile ilintili. Bayramlar ve kutlamalarda buna benzer takla atmalar, sallanmalar, sıçramalar kutsal hareketlerden sayılıyordu.

Hagia Triada’dan çıkarılmış iki sütuna bağlı ipte sallanan rahibe veya dişi figürü betimler kilden yapılmış eser bunun en iyi kanıtıdır. Yılın hangi ay ve günlerinde bu kutsal ayinler vardı tam bilemesek de Anadolu ve Mısır’a bakarak tahmin etmek olasıdır. Bugün bile Güney Fransa ve İspanya’da süregelen boğa güreşi ya da boğayla mücadele gösterileri bunun günümüze dek uzantılarına örnektir.

Yalnız Miken’de bugün İspanya’da olduğu gibi boğanın gösteri sonrası öldürülmediğine tam aksine Güney Fransa’daki örneğe daha çok benzediğini tahmin ediyorum. Zira tasvirlerde en azından bu yönde hiçbir sahneye rastlanmaz. Minotaurus’a her sene gönderilen 7 genç mitosu da belki buradan doğdu. Aşağı yukarı her dinde mutlaka bir güç ve cesaret gösterisi yer almaktaydı. Halka da büyük hayranlıkla bu gösterileri izler ve çokça etkilenirdi.

Ölü gömme geleneği ise Knossos’ta Ege kıyılarından çok da farklı değil, büyük benzerlikler söz konusu. Kurban masaları, tütsü kapları, mezara konulan sunular vs. tek farklı olan idoller, o kadar. Ayrıca her zaman olduğu gibi yeni gömü yapılırken eskiye pek değer verilmiyor; gerekirse kemikler toplanıp kemikliğe konuluyor ve yeni gömü gerçekleştiriliyor.

Dini motiflere çokça rastlanırken en belirgin ve ayrı olanı çift yüzlü balta yani bilinen adıyla labirs (okunduğu gibi). Bu balta günlük kullanılan baltalardan daha geniş ve kavisli bir ağza sahip olup oldukça da ince ve çok keskindi. Bazen ikili çift baltalara da rastlanılmış. Sekizgen kenara benzer.

Hangisi kült hangisi adak veya kurban içindi tam kestiremedim ama mutlaka kurbanı kesmek yani dana veya boğayı kurban ederken kullanılan yegâne kesici olan bu baltalar Girit ritüellerinde önemli bir yere sahip. Bu baltaya biz Anadolu’da da nerde rastlıyoruz? Labranda’da. Önceleri Girit’ten geldi derken şimdilerde Anadolu’dan Girit’e gitti diyebiliyoruz. Bunu bana Yunanlı bir arkeolog arkadaşım söyledi.

Bu nedenle Anadolu ve Girit kültürünü bazı kesintiler istisna bir bütün olarak ele almak mümkün. Ayrıca Girit’te Anadolu’dan gittiği fikrine inandığımız kutsal boynuz kültü de hâkimdi. Knossos Sarayı’nın Güney Propilonu’nda yüksekliği ve boyu 2 m’yi aşan bir çift boynuz bulunmuş. Bunlarında Hitit benzeri ritüeller olduğu kesin. Hatta boğa üzerinde çifte balta tutan Fırtına Tanrısı Teşup gitmiş Girit’e gök tanrısı olmuş, çok mu? Anadolu ana tanrıçası Sibel’in de kelime köküne indiğimizde bu karşımıza çıkar ki çifte idoller diye adlandırdığımız ikiz Sibel figürü boşuna ve tesadüf değildir.

Saraylar dönemi sonrasında ise yakma geleneği görülmeye başlanıyor Girit’te. Bugünkü kravata benzer boyna dolana düğümlenmiş atkı veya şal ya da kumaş diyelim bana Mısır ve Anadolu’daki kutsal düğümü hatırlatıyor. Mısır’da İsis ama Anadolu’da Gordiyon. Yalnız Girit’in Akhalılarca ele geçirilmesinden sonra kültürel anlamda büyük değişimler yaşanıyor; o kesin.

Müze’de kernos adı verilen karıştırma kapları çok ilgimi çekti. Kernoi yani karıştırmak sözcüğünden türetilmiş bu pişmiş toprak kaplar faklı. Yemek masasının ortasına veya kenarına koyduğumuz üçlü tuzluk-biberliklere çok benziyor. Tabii ki şekil olarak büyüğü. İlk bakışta sefer tası mı acaba diye düşünmedim değil.

Aklıma gelmişken hatırlatayım: Güneyde Festos’a uğramayı düşünür ve sonra da Retimno(Resmo)’ya geçmeyi planlarsanız size bir önerim olabilir. Mevsim yazsa ve yolda mola vermek, arkeolojiden başka doğal güzellik görmek isterseniz; taş değil de kum görmeyi yeğlerseniz biraz da, Preveli’ye uğramanızı tavsiye ederim. Yol biraz sıkıcı olabilir ama ilk defa gidiyorsanız etrafı seyretmek zevkli olacaktır.

Girit’in güneybatısındaki Preveli kumsalına ve denizine bayılacaksınız. Festos’tan sonra 65 km. Oradan Retimno’ya zaten bir 35 km yolunuz kaldı. Yol virajlı ve yer yer daralıyor ama olsun! Yavaş bile gitseniz, yine de bir saati geçmez. Yani akşama kalmak için Retimno’ya geçebilir, sabah yol yapmak zorunda kalmaz ve zaman kazanırsınız.

Deniz orda da güzel ve upuzun kumsalda güneşlenmek hoş olacaktır. Ara sıra şiddetlenen rüzgâr şapkanızı uçurabilir. Yanı başınızdaki caddenin gürültüsünü saymazsak, kumda güneşlenmek dinlendirici olabilir. Hatta benim gibi akşamları yorgunluktan kımıldayacak haliniz kalmadıysa ve bir tavernada yemeğe bile gidecek takati bulamadıysanız o zaman rebetiko dinlemek için bu sıkıcı gelebilecek yolculuklar fırsat olabilir. Ben romantik melodileri daha çok seviyorum diğer kulağıma pek hoş gelmeyen Yunan müziği tınılarının yanında.

Biraz eskiye giderek Haris Alexiou ya da daha da eskiye giderek Marinella’dan duygu yüklü şarkılar tavsiye edebilirim size. Haris’in pop-rock Febugo (Χάρις Αλεξίου – Φεύγω)’su ile daha slow tarzı tercih edenlere Marinella’dan Anikse Petra (Μαρινέλλα – Άνοιξε πέτρα) ilk aklıma gelen parçalar. ‘Φεύγω’ “gidiyorum”, ‘Άνοιξε πέτρα’ “aç (mezar) taşını” diye çevirebiliriz sanırım. Benim çok sevdiğim parça; Ολα σε Θυμιζουν ‘her şey bana seni hatırlatır’ (bizim “Olmasa Mektubun” diye bildiğimiz parça).

Zaten bu şarkılara kulağımız pek yabancı değil aslında: Sezen Aksu’nun birçok şarkısı Haris’e aittir bildiğiniz gibi. Haris’in dedesi İzmir Cumaovalı, yeni adıyla Menderes. Mübadelede göçmüşler. Yabancı sayılmaz hani.

İyi Geziler…
ASİL S. TUNÇER

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.