site okul selçuk izmir

DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İzmir °C
site rehber selçuk izmir

Fetih 1453

14.01.2013
A+
A-

asil-s-tuncerUlubatlı, Fatih’ten Daha Ön Planda Sanki…

Aslında bu yazıyı çok önceden kaleme almış ama yayınlamak istememiştim. Tartışmalar bitmedi. Bir de üstelik ilk fetih filminde rol alan sanatçı Mücap Ofluoğlu’nu 11 Aralık 2012 Salı günü kaybedince onun anısına yazıyı yanına almaya karar verdim.  Her şeyden önce kendisini rahmetle anıyoruz. Bu arada bu filmin eleştirisini yaparken filmin tarih danışmanlığını yapmış olan Prof. Dr. Feridun Emecen hocayı tenzih ediyorum.

17 Şubat 2012 saat 14.53’te gösterime giren ‘Fetih 1453’ filmi tam 17 Milyon dolar bütçeli. Bu Yeşilçam’da bir rekor. 900 sinema salonunda birden gösterime girdi. Üç hafta öncesinden tüm biletleri satıldı. 160 dakika boyunca zevkle izledik.

Artısıyla eksisiyle bugüne kadar Osmanlı tarihini en iyi anlatan bir film diyebilirim. Kurgu ve çekimler süper. Hollywood’da gördüğümüz sinema teknolojisini aynen burada da gördük. Kurgu da Hollywood olmuş, o da tamam. Kurguya düşman değiliz ama tarihi bir kişi üzerinden yapılıyorsa o zaman dikkat etmemiz gerekiyor. Yani kurgu çok öne çıkmamalı. Ya da kurgu oranı tarihsel gerçekliliği geçmemeli.

Başından başlayalım: Her şeyden önce filmin Hz. Muhammed’in hala söyleyip söylemediği çok da kesin olmayan ve bu yüzden sahih sayılmayan bir hadis olarak da nitelenen ”İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur” sözüyle başlaması Türk tarihine ve gerçeğine gölge düşürmüş. Ki Yaşar Nuri Öztürk hocamız dâhil çoğu konunun uzmanı bu hadisin daha sonra ilave edilmiş hadislerden biri olarak tanımlar. Zira bu hadis Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde geçiyor ve Muhammed Nâsıruddin el-Albânî’in dediği gibi böyle bir hadisin olması pek muhtemel değildir yani hadis zayıftır.

Biz de kendimize soralım: Neden peygamberimiz İstanbul’un fethiyle ilgilensin ve İstanbul’u hedef göstersin? Aynı söz Kudüs için söylense hadi bir nebze, anlarım. Muaviye, oğlu Yezid’i aralarında Ebu Eyyub El-Ensari’nin de bulunduğu bir ordu ile İstanbul’a göndermiştir ancak fetih gerçekleşmemiş, bir sonrakine kalmıştır. İstanbul’un fethi Peygamberimizin değil Muaviye’nin arzusudur. Zaten fetihten sonra Eyyup El Ensari’nin mezarının da bulunması bu olayla ilişkilidir. Filmdeki gibi fetih’ten önce değil mezarın bulunması, daha sonra.

Gerçi filmde bu tarihi gerçek de çarpıtılmıştır. Oysa Akşemsettin Hoca, filmde anlatıldığı gibi son gün değil ta başından beri Fatih’in yanındadır, ona akıl ve moral verir. Bir de Ayasofya’ya girerken hoca yine Fatih’in yanı başındadır. Başka bir hata da aksakallı Akşemsettin’in gerçekte köse denilecek kadar sakalsız olmasıdır. Fakat filmde upuzun aksakalıyla görünür ki fena olmamış şahsen. Madem sözü dinleniyordu o zaman sakalı olması normaldir. Yalnız daha âlimane biri olabilirdi kanımca.

İstanbul’un fethini dini bir inançla ilişkilendirmek tarihte sıkça karşılaşılan bir tarih yazıcılığıdır. Geçmiş her zaman inandırıcılığı güçlendirmek amacıyla efsanelerle desteklenmiş, olaylar inançlarla da süslenmiştir. Peki, inançlı görüneceğiz ve göstereceğiz de o zaman niye Fatih’i şehri alamadım diye yaramaz bir çocuk gibi zıp zıp zıplatıyorsunuz? Hem de dinen önemli, namazın son kısmında duayla tamamladığımız ibadet simgesi de sayılabilecek bir tespihi parçalatmak, üzerinde zıplattırmak niye? Hele o tespih babasından kaldıysa…

Top Ustası Urban’ın kızı vardı yoktu çok da önemli değil. Kestiği saçı çok çabuk uzadı gerçi ama neyse, filme biraz romantizm vermiş ve pek de fena olmamış ama günümüz aşkıyla, bugünkü normlarda bir ilişki yaşamaları filmi biran Brave Heart (Cesur Yürek)’e doğru çekmiş. Cesur Yürek filmi çok mu doğruydu? Tudors’ta neler neler değiştirilmiş, gibi sözler boşa… Hanımlar, Beyler, Sevgili Çocuklar! Biz Fatih’i çekiyoruz. Lütfen, biraz daha dikkat!

Osmanlı tarihi dışına çıkarak, bir Hollywood filmine benzetilmeye çalışılması çok belli olmuş. Burada kurgu fazlaca göz çıkarmış. Bunun cevabını şurada arayabiliriz. Bu bizim tarihi film ve belgesel çekme tecrübesizliğimizden, Hollywood’dan çalmalar yapmamızdan olabilir. Bu, altyapı eksikliğimizi Amerikan filmlerinden alma yaparak geçiştirmeye çalışmamızdan da kaynaklanabilir. İşte sorun burada zaten. Biz Amerika değiliz ve maalesef bir Roma ya da Bizans değil, biz Osmanlı-Türk filmi çekiyoruz ve tarihini TV’lerden öğrenen bir topluma sunuyoruz. Öyle ki insanlarımız olayların aynen filmdeki gibi olduğunu düşünecekler.

Fatih kişiliği hem iyiydi hem kötüydü çünkü ilk defa bu karakterle karşımıza çıktı ve bizi zihnimizde daha önce hatırladığımız bir rolüyle yormadı ama Fatih’i çok mu iyi oynadı? Bu noktada işim olmadığı için pek fazla bir şey söylemek istemiyorum. O kısmı sinema eleştirmenlerine bırakıyorum. Ulubatlı konusuna gelince; Fatih’le kılıç talimi yapmalarını ben hiçbir kitapta okumadım. Ha ben okumadıysam, görmediysem o benim hatam.

Yalnız bildiğim kadarıyla Ulubatlı, Fatih’le son gece karşılaşır. Filmdeki gibi önceden tanışıp kılıç talimi filan yapmazlar. Yanlış mı biliyorum? Diğer yandan, Jüstinyani ile aynı kıza âşık olmaları ve Ulubatlı’nın Jüstinyani ile tam 15 dakika karşılıklı dövüşmeleri filan fazla kaçmış. Bana filmde Ulubatlı, Fatih’ten daha ön plandaymış gibi geldi sanki… Ulubatlı’nın filmini çekersin o zaman sözüm yok. Sanki film Ulubatlı 1453 olmuş ya da Malkoçoğlu türünden bir filme benzemiş. Ayrıca Jüstinyani Ulubatlı’nın elinden yaralı kurtulur, ölmez. Bununla birlikte, bayrağı burca dikme sahnesi hem fazla uzun hem de biraz abartılı. Belki bir-iki ok tamam ama onca oka rağmen hala yere yığılmıyor ve o kadar uzak mesafeden kızı görüp, “bak aşkım, bayrağı biraz da senin dirayetin sayesinde dikiyorum” dercesine bir sahne ortaya koyuyor.

Ayasofya’da namaz kılmaması ve camiye çevirtme konusunun işlenmemesi filme bir tarafsızlık katmış. Bu anlamda eleştirimi olumlu bir gözle yapmak istiyorum ama kendi çocuğunu sevmeyip bir başkasının çocuğunu kucağına alıp sevmesi Fatih’in çelişkili bir davranışını ortaya koymuş. Sahiden öyle miydi yoksa film mi onu öyle gösterdi? Kendi çocuğunu sevmeyen bir padişah… Çocukları sevmek en büyük insanlık erdemlerinden ki insanı insan yapan bir nitelik. Dinen de Peygamberimiz çocuk konusunda çok hassas. Şimdi filmdeki Fatih’i bu noktada nereye koyalım?

Filmde Hıristiyan bir tebaadan bir çocuğu sevmesi Fatih üzerinden bir mesaj ise şayet, ben bu mesajı almadım ve bu yöntemi tutmadım ayrıca. Çok insani olarak gösterilmek istenmişse şayet, o zaman karısına daha sevgiyle yaklaşan bir eş ve çocuğuna da çok şefkatli yaklaşan bir baba olarak neden gösterilmemiş? İnsan çocuğuna bir kere gülerek yaklaşıp, yanaklarından öpmez mi? Öte yandan II. Murat neden kötü bir baba olarak lanse ediliyor? Hangi kitap yazıyor, Fatih’in babası oğlunu hiç sevmezmiş veya çocuklardan nefret edermiş diye? Bununla birlikte Gülbahar Hatun eşini savaşa uğurlayan birisinden çok sadece elinde ayna saç tarayan bir cariye, odalık gibi gösteriliyor. Nerede Fatih gibi bir kumandan ve padişahın karısı Gülbahar Hatun? Nerede Şehzade Beyazıt’ın anası Gülbahar Hatun?

Sonra, Bizans’a gereksiz yere ihtişam yüklenmiş. Öyle ki filmde ufacık bir yarımadaya sıkışıp kalan, defalarca yağmalanmış bir şehir devletinden çok, oldukça güçlü bir Bizans İmparatorluğu göze çarpıyor. Oysa Bizans ekonomik yönden çökmüş, nerdeyse Ceneviz ve Venedik kolonisi olmuş, zor ayakta duran bir devletçikti. Haçlıların yaklaşık 60 yıl boyunca talan ettiği bir şehir. Ona son darbeyi de Osmanlı vurdu. Bana göre gerek yoktu; adımız Bizans’ı yıktı oldu. Batı, Türklere İstanbul’un fethi bir, Viyana kuşatması iki, düşman olmaya ve kin duymaya başladı ve bu nefret hiç bitmedi. Hâlbuki bırakılsaydı, Bizans zaten bir süre sonra kendisi çöküp gidecekti.

Bunda tahtan babası için feragat etmek durumunda kalan Fatih’in belki de biraz inat, biraz da kibir yapması etkili olmuş olabilir. Şurası bir gerçek; Fetih, Türklere binlerce şehide mal oldu. Tüm Avrupa bize karşı durdu. Bu karşı duruş giderek artacak, azalmayacaktır. Çandarlı Halil Paşa bu nedenle biraz haklıydı. Ne yazık ki anlatamadı ve sonunda canından oldu. Vakanüvisler kendisini yerden yere vurdu; nerdeyse casus yaptılar. İlk filmde de öyledir. İşin başka bir boyutu şudur: Fetih’den çok Mondros ve Sevr sonrası nerdeyse elimizden çıkan İstanbul’u Kurtuluş Savaşı ile tekrar nasıl sahip olduk. Asıl onu kutlamak ve Mustafa Kemal’in İstanbul’u yeniden fethinin filmini yapmak lazım. O da ayrı bir konu.

Filmin tarih danışmanı var mıydı? Varmış ama bence danışmana pek danışılmamış. Yoksa 17 Milyon doların içinden bir 170 dolar esirgeyerek bir Osmanlı tarihçisine sormak filmi yapanların aklına mutlaka gelmiştir. Sahi az kalsın unutuyordum; filmin çok az bile olsa mehter marşı çalınan sahnesi var mıydı? O Alfred Hitchcock tarzı müzik yerine mehter için henüz erken bir dönem de olsa madem kurguladık, o halde mehterandan nağmeler duymayı yeğlerdim doğrusu. Gemiler karadan yüzdürülürken Edirne’den Bizans’a şahin topu çekerek getiren manda ve öküzler çekseydi insanların kolu bacağı da kopmazdı ayrıca. Sonra Fatih, Konstantin’le surların önünde konuşuyor. Bunu da yeni öğrendik. Bir de şehrin kapılarının o zamanki adları Rumca, Türkçe değil.

Neyse gözümüze ilişen daha çok sahne var ama lafı uzatmamak için bunlara girmiyorum. Zaten konuşmak, lafı uzatmak gereksiz. Amaç bağcıyı dövmek değil, üzümü yemek. Ben bu tür filmlerin daha çok yapılması, insanımızın tarihini görsel olarak öğrenmesi, merak uyandırıp okuması ve araştırmaya yönelmesinden yanayım. Bu yönüyle filmin çok işe yaradığını ve faydalı olduğunu söylemeyelim. Sonuçta; biz Türkler tarihimizi yeniden öğreniyor ve kendimizi yeniden keşfediyoruz. Konuşacak, tartışacak ve sonunda doğruyu bulacağız.

İşte, Sami Ayanoğlu’nun, Fatih rolüyle başrolünü oynadığı ve Mücap Ofluoğlu’nun da rol aldığı, 61 yıl önce çekilmiş, ‘Fetih’ filmi. Ben çocukken izlemiştim. Geçen ay tekrar izledim. Sizin de izlemenizi istiyor, sonra da yorumlarınızı bekliyorum. Teşekkürler. (Filmin başlangıcındaki reklamı izlememek için 0.00.55 saniyeden, jeneriği izlememek içinse 0.03.55 dakikadan sonra başlatabilirsiniz).

Benim bulabildiğim link. İyi Seyirler.

http://www.youtube.com/watch?v=sXM8eB9FDaA

Asil S. TUNÇER

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.